Hiç (a)kıllanmıyoruz be azizim!
Bilmem farkında mısınız ama, muhtemelen Türk siyasi tarihinin en çok tartışma programı yapılan/izlettirilen dönemini yaşıyoruz!
Şaşırtıcı değil mi?
İstisnasız, hemen her akşam, tüm kanallarda yayınlanlanan, kurgulanmış münazaralarla, subliminal telkin bombardımanına tutuluyor, halkça kulak memesi kıvamına getirilip, uyutuluyoruz bu muhaverelerle!
Aslında izlenen yöntem pek basit ve kesinlikle etkili;
İşini iyi bilen ustamız, dışarıdan bakıldığında pek de işine gelmiyor gibi görünen ama özenle seçilmiş konularda, kendi suni gündemini yaratıp bırakıyor ülkece kucağımıza. Sonrası ise malum, çakma krizimiz, arkasındaki ajandanın fark edilmesi güç, kontrolü/yönetimi basit ve sonucu her daim başlatan için mutlak zafer olan garip bir şeye evriliyor!
Manevralar klişe, ama bir o kadar da zekice. Sürekli kendimizi, konuşmak istediklerimizi değil de birilerinin konuşmamızı istediği şeyleri yüksek sesle tartışırken buluveriyoruz . Polemiklerden fayda umanlar ise oldukça temkinliler aslında, gündem suni, kriz çakma bile olsa, kesinlikle işlerini şansa bırakmıyorlar. Konu ne olursa olsun, karşılarındaki muhalif fikrin, özenle seçilmiş <kalibresi daha düşük insanlarca> temsil edildiği bir kurgunun oluşturulduğuna emin olup, salıveriyorlar kiralık kalemlerini ve satın alınmış medya kuvvetlerini biçarelerin üzerine hayasızca!
Yıllardır hep beraber izliyoruz bu <az komik> orta oyununu. Zaman zaman şaşırıyoruz olanlara, bolca kızıyoruz ve genelde de alışkanlığımız olduğu üzere gaza gelip taraf oluveriyoruz, pek de detayını bilmediğimiz tartışmalara. (Tam da bizden beklendiği şekilde!)
O kadar çok örneği var ki bu anlattıklarımın;
- Para dolu ayakkabı kutuları, yolsuzluk yapan bakanlar, tapeler havada uçuşurken, hoopp bir bakıyoruz gündemimize Paralel Yapı diye bir şey girmiş! En demokratımız Fuat Avni’ci oluyor hemen, sözde aydınlarımız ise cemaat sempatizanı! Tam bir akıl tutulması!
- Reyhanlı’da bombalar patlayıp, ülkenin her yanında terör kol gezerken, birden kendimizi alkol satışının yasaklanmasından ve kürtaj meselesinden bahsederken buluyoruz! Komik olan üç vakte kadar bu üç konu da unutuluveriyor!
- Kurtuluş savaşından beri bu toprakların gördüğü en büyük sosyal başkaldırı yaşanırken, iktidarın meşruiyeti ve hukuksuzlukları sorgulanırken, Paaat, penguen medyası Kabataş’ta mağdur edilen türbanlı bacımızı, camide içildiği iddia edilen içkiyi, Gezicilerin sözüm-ona ahlaksızlıklarını servis ediveriyor ara sıcak olarak ortaya! O noktadan sonra, ne münafıklığımız kalıyor, ne casusluğumuz…Mağdur halk oluyor isyankar, vandal…usta ve yandaşları oluyor mağdur, mağrur, kahraman!
- Seçimler yaklaşırken, hemen boy boy Kanalistanbul tanıtımları giriveriyor devreye ve İstanbul’un ne kadar da yaşanılası bir şehir olduğuna dair asılsız viraller dönmeye başlıyor tüm kanallarda. Ve her gün işe 2 saat trafik çekerek giden kaypak yurdum insanı başlıyor, “adamlar çalışıyor be abi!” goygoyuna… Ya sabır!
- Ekonomik kriz geldiğinde ve işsizlik tavan yaptığında da benzer şeyler oluyor…bir bakıyoruz gündem oluvermiş zorunlu Osmanlıca dersi! ya da başkanlık sistemi, hiç olmazsa, Süleyman Şah Türbesi, Aksaray’a harcanan para veya <hükümetin başı sıkıştıkça imdadına yetişen>, uydurulmuş çözüm süreci!
Sözde her şeyi konuşup, tartışıyoruz ya, <vallahi demoktratikleşiyoruz!> ayağına aleni ve sofistike bir şekilde kandırılıyoruz çoğunlukla!
…sonumuz hayrola!