Maria Saçın Kara, Kürk Mantonu Çıkarsana!
Bir sahaf önü sergisinden almıştım Kürk Mantolu Madonna’yı yıllar önce…Tozlu, yıpranmış, kahverengi karton ciltli ve arka kapağı eksik bu küçümen kitap (170 küsür sayfa) sadece ismi enteresan geldiği ve “çok ama çok” ucuz olduğu için dikkatimi çekivermişti, itiraf ediyorum!
Sabahattin Ali!!…Kürk?…Madonna?! …ne alaka ya?, çok saçma! diye düşünerek aldığım kitapla ilgili niyetim ise boş olan 2 saatime meze olabilecek, okunacak bir şeyler ihtiyacıydı. Aldıktan çok kısa bir süre sonra arkadaşımın planladığımızdan erken gelmesiyle bu ihtiyaç ortadan kalkmış ve “kitap aylar boyunca gün yüzü görmeyecek şekilde sırt çantamın -pek de düzenli olmayan bölmelerinden birine tıkıştırılıverilmişti aceleyle, taa ki bir kaç ay sonra “her zaman olduğu gibi” ansızın karar verilmiş ve kötü planlanmış kısa bir tatil öncesi o çantaya tekrar ihtiyacım olana kadar! Okunacaklar listem önceden belli olsa da biraz da hoyrat kullanıma uygun olmasından dolayı yanıma almaya karar vermiştim bu davetsiz misafiri. Hiç unutmam, ancak bir romanın üçte biri kalınlığındaki bu “lokmalık kitap” yazıldığı yılların günümüzden oldukça farklı Türkçesi, kendini defalarca okutan pasajları, muhteşem kurgusu ve derin insan tahlilleri yüzünden uykusuz gecelere ve oldukça az dinlenmeli bir tatil geçirmeme neden olmuştu…Başlarda o dönemki psikolojimin hassas olması nedeniyle bu derece etkilendiğimi düşündüğüm bu esere yıllar geçtikçe ve her okuduğumda büyük haksızlık ettiğimi biraz da utanarak farkediyorum…
Yazıya konu olan kitabın sizler açısından sıkıcı olabilecek elime ulaşma hikayesinden bahsettikten sonra adetten olduğu üzere biraz da kitabın konu aldığı hikayeden bahsedelim.
Kitap, Havran’ın hallice ailelerinden birine mensup olan, içine kapanık, kırılgan, sanata ilgisi dünyevi yaşama ilgisinden fazla olan Raif’in, 20’li yaşlarının başında önce istanbul’a sonra da büyük bir tesadüf eseri Berlin’e sürüklenen yaşam öyküsünü, tesadüfen gittiği bir sergide gördüğü bir otoportrenin sahibi Maria Puder’e -pek çok insanın “saplantı” diye tanımlayıp, geçeceği- garip, anlaşılamaz derecede derin, platonik aşkını ve cesaretsizliğin, kararsızlığın insann hayatında nelere sebep olabileceğini anlatıyor…
Bu tarz bir film/kitap önerilerinde normal koşullarda hikayenin sonucuna ait ipuçları vermek pek hoş karşılamasa da “Sabahattin Ali’nin” bu kitabının bir pembe dizi izlercesine sadece “hikayesi” için okunacağına “hiç” ihtimal vermediğim için “bu altın kuralı ihlal ediyorum”
Kitabın ilerleyen bölümlerinde Raif’in aşkına “nihayet” karşılık vermeye karar veren Maria;
“şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum.” “bu eksiklik sana değil, bana ait…bende inanmak noksanmış… beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum… bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar…. ama şimdi inanıyorum… sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum… “
…der ve…ve…ve…devamı kitapta saklı…
Kimi zaman Raif oluruz hayatta kimi zaman Maria..Olur da bulursanız Kürk Mantolu Madonnanızı, çok da saklamayın duygularınızı…
İyi okumalar.
Hayatı ilişkileri bu kadar güzel tarifleyen yazı için teşekkürler. Günümüzün gizemi kaybolmuş ilişkilerini yanında bu güzel hikaye, bu güzel kitap belki umarım insanları bir nebze olsun saf doğal ilişkilere yakınlaştırır. Bu eski tozlanmış mücevheri tekrar bizlere hatırlattığın, bir lümen daha parlamasını, yaşamımızı bir derece daha aydınlatacak ışığını yansıttığın için teşekkürler.